OCAK-ŞUBAT 2014
Bu gezimizde, diğer gezilerimizden farklı olarak Türkiye çıkış noktamızı İstanbul Sabiha Gökçen'den değil de Kayseri'den yapacağız.
Uçak biletlerimizi, promosyonlu satış döneminde Pegasus Havayollarından aldık.Kayseri-Düesseldorf uçuşumuzu kişi başı 29.99 euroya, Amsterdam-İstanbul dönüş uçak biletimizi de kişi başına 39.99 euro satın aldık. Konaklamalarımızı da her zamanki gibi otel konaklaması şeklinde değil www.couchsurfing sitesinden tanıştığımız kişilerin evlerinde sağlayacağız.Burada bir not eklemek istiyoruz.Nasıl bu kadar hesaplı ve sık bir şekilde yurt dışında gezebiliyorsunuz? sorularını cevaplarken,kişiler sürekli olarak konaklama sistemimize takılıyor ve bu konaklama şeklini bedava kalacak yer olarak düşünüyorlar. Couchsurfing sistemi bedava konaklama sistemi değildir.Bu sistemde, evlerinde misafir olarak kaldığınız kişilerle güzel dostluklar kurulup, uzun yıllar sürecek arkadaşlıklar sağlanır. Misafiri olduğumuz kişilerle genelde şehirlerini beraberce gezer, bilinmeyen yerlere gider, tur şirketlerinden duyamayacağımız bilgileri ediniriz. Uzun konuşmalar yapar, deneyimlerimizi paylaşır, güler,eğleniriz. Neyse konumuza dönelim artık :)
Uçuşumuz Kayseri havaalanından direkt olarak Düsseldorf'a , Pegasus Havayolları olacak.
Daha önceki uçuş öncesi maceraları gibi macera yaşamamak için tüm pasaport,bilet, vs kontrollerimizi yaparak vaktinden önce havaalanına vardık.Fakat neden bilmem, tüm sorunları havaalanında otomatik olarak üzerimize çekiyoruz. Herşeyimiz tamam derken telefonları evde unuttuğumuzu maalesef yine havaalanında anlıyoruz.
Uçuş Anadolu şehrinden Almanya'ya olunca, havaalanı da gurbetçi ve onların yakınları ile dolu oluyor. Bagajlarımızı teslim etmek için kuyrukta beklerken, başımıza gelecekleri tahmin etmem gerekirdi ama hep bu iyi niyetim gözümü kör ediyor.
Bizim sırtımızda birer tane sırt çantası var iken diğer yolcuların valizleri valizlikten çıkmış, daha fazla dağılmaması için valiz iplerle sıkı sıkıya bağlanmış,valizlerinden taşan eşyalar da poşetlere basılıp valizi bir arada tutmaya çalışan renkli iplere bağlanmış bir vaziyetteydi. bu görüntüyü görünce Cem Yılmaz'ın bir stand-up ta bahsettiği '' EU citizens'' ve ''others'' pasaport kontrol noktası espirisinin aslında ne kadarda doğru olduğunu düşünmeden de edemiyorduk. Eşim Fatoş'un ve benim sırtımdaki toplamı 15 kg geçmeyen bagajlarımız gören uyanık Kayserili hemşehirlim hemen yanımıza yaklaşıp, valizlerinin ağır olduğunu, bizim de eşyamızın az olduğu için fazla kilo parasından kurtulmak için ağzı sıkı sıkıya bantlanmış siyah çöp torbasından devşirilmiş valizin bizim bagajların arasında alınmasını istemez mi. İlk başta insanlık öldü mü tabi ki alırız dedik ama sonradan aklıma geldi, acaba çöp torbası orijinalli bu valizin içinde ne vardı, esrar mı, eroin mi, silah mı? Sonradan her ne kadar alamayız dediysek de adam el çabukluğu ve bizim de insanlığımızdan faydalanarak çöp torbası valizine bizim bagajların arasına atmayı başardı.
Kayseri-Düsseldorf uçuşu 3 saat 20 dakika sürüyor ve biz bu uçuş boyunca torbada ne olabileceğini konuşarak zevkli bir yolculuk yaptık. Tam vaktinde sorunsuzca Düsseldorf havaalanına inince rahat bir nefes alıyoruz ama o da ne? Daha havaalanına girmeden alman polisi, körükte hepimizi durdurmasın mı.Korktuğumu da belli etmeden 'Fatos seni arıyorlar' diyebildiğimi hatırlıyorum eşimin kulağına.O kadar ülkeye gittik hiçbirinde uçak körüğünde pasaport kontrolü yapıldığını görmedik.Neyse Almanların Türklere bakış açısını da ilk adımda öğrenmiş olduk. 2 tane polis bir pasaporta bir de insanların tipine bakıp sen geç sen bekle diyor.Bizim aklımız sahibi olmadığımız,iyi niyetle bagajımız arasına aldığımız ama içinde ne olduğunu bilmediğimiz çöp poşetinde.Acaba içinde gerçekten esrar vardı da ihbar mı yapıldı da polis bizi mi arıyor diye düşünürken sıra bize geliyor ve korka korka pasaportlarımızı polise uzatıyoruz. Çok şükür ki bize pasaportun yeşil renginden olsa gerek geçin diyor da biraz rahatlıyoruz.
Kıssadan hisse, sizin olmayan eşyayı asla ve asla almayın.Hiçbir şekilde suçsuz olduğunuzu kanıtlayamazsınız, boşu boşuna hayatınızı karartmış olusunuz.
Düsseldorf havaalanından şehir merkezine ulaşım otobüs, tramvay, metro ile kolaylıkla sağlanabiliyor. Metro kullanımı çok yaygın ve aşağı katta.Biz evinde konaklayacağımız Verena ile ana istasyonda buluşmak üzere onun tariflerine uyarak S-Bahn hattına yöneliyoruz. Bilet fiyatı 2.5 euro.
Ana istasyonda Verena ile buluşuyor ve sırt çantalarımızı bırakmak ve tanışmak üzere yakındaki evine gidiyoruz.Yol boyunca havadan sudan konuştuktan sonra evine varıyoruz. Açsınızdır diyerek curry soslu,tavuklu pilavını ikram ediyordu.
Yemekten sonra hep beraber Düsseldorf sokaklarını gezmeye başlıyoruz.İlk durağımız Düsseldorf kütüphanesi. Buradan Verena'nın kütüphane kartını kullanarak şehir rehberi ve bolca harita alarak gezimize devam ediyoruz.
Elimizde Düesseldorf haritası ile kütüphanenin hemen yakınında olan ana tren istasyonuna gidiyorduk. Burada çeşitli mağazalar,süpermarket vs bulabilirsiniz.
Havaalanında bize korkulu dakikalar yaşatan alman polisi :)
Bütün avrupada olduğu gibi Almanya'da da raylı sistem ile ulaşım oldukça yaygın.Tramvay ve metro ile şehrin her tarafına kolaylıkla ulaşabilirsiniz.
Aşağıdaki resimdeki bina ilk kurulduğunda, şu anda bulunduğu yerden yaklaşık 70 metre daha ilerideymiş. Fakat raylı sistem inşa edilirken bu binanın, ray hattının üzerinde üzerinde olduğu anlaşılmış ve binanın bütün taşları tek tek işaretlenerek sökülmüş ve yeniden şu anda binanın bulunduğu yere yeniden inşaa edilmiş.
Binanın yeniden sökülüp inşaa edilmesine neden olan tramvay hattı
Kısa bir mağaza ve sokak yürüyüşünden sonra Rhine nehrinin kıyısına geliyoruz.
Almanya denilince akla bira geliyor.Biz de bir araştırma yaptık ve öğrendik ki neredeyse her şehirin kendine has bir birası var. Münih ve etrafı biraları daha yoğun aromalı. Belçika biraları da oldukça populer buralarda.Çeşit çeşit Belçika ve Münih biraları.
Akşam evlerinde kaldığımız couchsurfing sitesinden Verena ve fransız eşi Niko
Güzel,bol muhabbetle geçen bir geceden sonra sabah erkenden uyanıyor ve kahvaltımızı hazırlıyoruz. Nerede bizim Türk kahvaltısı nerede Avrupa kahvaltısı.
Kahvaltıdan sonra bir ilaç çalışmasında tanıştığımız Lokman Bey, sağolsun bizi yalnız bırakmıyor ve arabasıyla bizi kaldığımız evden alıp Düsseldorfa 40 km uzaklıktaki Köln'e doğru yola çıkıyoruz. Yol boyunca Düsseldorfun sokaklarını fotograflıyorum. Yol boyunca ne bir trafik ne insan kalabalığı ne de sokakta oynayan çocuklar görebiliyoruz.
Köln bir sanayi şehri. Şehire girerken uzaktan fotograflarını çekiyoruz.
Bu radyo kulelerinden almanya şehirlerinin hemen hemen hepsinde görebilirsiniz. Estetik açıdan hiç güzel görünmüyorlar, tamamen bir beton yığını şeklindeler.Zaten almanlardan estetik değil sağlamlık bekleyeceksiniz.
Köln denilince akla ilk olarak Dom Katedrali geliyor.Biz de gezimize buradan başlamaya karar verdik.
Katedralin dış görünümü
Katedralin içten görünümü.
Dıştan bakıldığı zaman Dom katedrali, yüzüklerin efendisi filmlerindeki Sorumanın kalesine benziyor.Kasvetli ve ürkütücü. İçeri girildiği zaman da aynı kasvetlik devam ediyor.Nerede Romadaki, İtalyadaki katedraller nerede Dom katedrali.
Katedralin tepesindeki çan kulesine çıkmak ve şehiri katedralin tepesinden izlemek mümkün.Bunun için Katedral giriş kapısının sağ tarafındaki merdivenlerden aşağı inin.Orada bir bilet gişesi ve mahzenlerin olduğu bölüm var.
Yukarıya çıkmak için 157 metre ,533 basamak çıkacaksınız ve bunun için 3 euro ödeyeceksiniz.Buraya kadar gelip de buradan dönülmez diyerek bu ızdıraba biz de ortak oluyorduk.
Merdivenler camii minaresi şeklinde.Döne döne basamakları çıkacaksınız ve çok dar.Yukarıya çıkış ve aşağıya iniş için aynı merdivenler kullanılıyor.Soluk soluğa yukarıya çıkarken karşıdan gelen birilerine yol verme çabalarımızı hatırlayınca ,minareye çıkış ve iniş için ayrı ayrı merdivenler yapan ve birbirini görmeyen bu merdivenleri tasarlayan Mimar Sinan'ın ne kadar da usta bir mimar olduğunu daha iyi anlıyorduk.
Ve tepeye ulaşınca Köln şehrinin, Rhine nehrinin harika görüntüsü sizi karşılıyor.
Dom katedralinden aşağı indikten sonra caddenin hemen köşesinde cafede almanların ünlü kahve markalarından krubs'ın tadına bakmak ve biraz da soluklanmak için mola veriyoruz.Tavsiye ederim siz de bir kahve için burada. Köln (colonne) şehrini turist misali dolaştıktan sonra burada çok fazla bir atraksiyon yok diyor ve düsseldorfa geri dönüyoruz. İşin gerçeği tüm alman şehirleri birbirinin aynısı.Aynı ruhsuz ve gri betondan yapılmış binalarla dolu şehirler.
Saatler ilerliyor ama şehrin sokakları hala boş, ne bir çocuk ne de bir insan var yollarda.
Akşam olunca Verana'nın evine dönüyoruz yine.Sohbet, muhabbet derken evde bira bitiyor ve bisikletlere atlayıp Niko ile beraber süpermarkete bira almaya gidiyoruz.
Bol muhabbetle geçen bir geceden sonra sabah uyanınca Hollandaya geçmek üzere hazırlanıyoruz. Daha önceden (2 yıl) couchsurfing sisteminden evimizde konaklayan Lale, Venlo'dan bizi almak için Düseeldorfa geliyordu.Sağolsun onun arabasıyla Düsseldorf'tan Venlo'ya doğru yola çıkıyoruz. Venlo;Almanya ile Hollanda sınırında çok şirin bir şehir.Düsseldorfa sadece 40 km uzaklıkta.Hollandaya yaklaştıkça yel değirmenlerini görmeye başlıyorsunuz.
Düsseldorftan Hollandaya giden otoban,pasaport kontrolu yok bu yolda
Hollandaya gelince evlerin şekli hemen değişiyordu.Almanyadaki gri beton evler gidiyor, daha sıcak,renkli,müstakil evler sizi karşılıyordu.
Hollanda demek bisiklet demek,özgürlük demek.Yollarda arabadan kat ve kat daha çok bisiklet var.Çocuklar okullarına bizdeki gibi servis arabalarıyla değil bisikletlerle gidiyorlar
Hollanda'da belirli miktarda esrar içmek serbest.Bunları da sigaraya sarılmış şekilde coffe shoplarda alabilirsiniz.Aşağıda, Venlo'da yaklaşık 20 yıldır faaliyette bulunan bir coffe shopun resimi var.Tek sarmanın fiyatı kalitesin göre 10 eurodan başlıyor.Yabancıların pasaport göstermesi şart.Yalan söylemeyelim gelmişken biz de deneyelim dedik.İyi ki Lale'nin evinde akşam içmişiz.İlk defa içiyorsanız veya bizim gibi meraktan deneyelim diyorsanız size tavsiyem coffe shoplarda veya parkta denemeyin. 3 nefesten sonra dünyadan ayrılıyorsunuz.Deneyimsizlere tavsiyem tek sarma alın,6-7 kişiye yeter :)
Venlo sokaklarında
hollanda'da bir kral ve kraliçe
Tüm Hollanda nehirlerle kaplı.Bu kadar suyun nereye gittiğini görmek istiyorsunuz Amsterdam'a gitmek gerekiyor
Hollanda deniz ülkesi olduğu için balık yemekleri ağırlıkta.Bizdeki döner,dürüm gibi ayaküstü yenilen yemekler burada balık üzerine kurulu. En revaçta olan da matjes dedikleri buharla tütsülenmiş balık.Gelmişken deneylim dedik ama tadı hiç bizim damak tadımıza uygun değil. Soğuk yarı pişmiş tadında.
Hollanda denilince akla bir diğer gelen ise kaşar peyniri.Bizim kaşar peynirinden daha yoğun ve ağır ama şekilleri çok hoş.Peynirci dükkanından bir görüntü
Bütün gün Venlo sokaklarında gezdikten sonra geceyi Lalenin evinde geçiyoruz.Bol muhabbet ve dumanlı bir geceden sonra sabah Lale'nin arabası ile Amsterdam'a doğru yola çıkıyoruz.Tren ile Venlo Amsterdam arası kişi başı 23 euro.Arabaya 40 euroluk benzin alıp 3 kişi yollara düşüyorduk.
Yol boyunca yel değirmenleri bizleri takip ediyor.
Amsterdam' giden otoyol.
Amsterdam'a araba ile geldiğinizde izlerin en büyük sıkıntısı arabayı park etmek olacaktır. Şehir merkezinde bir çok bölgeye araç girişi yasak.Zaten Amsterdam araba ile gezilebilecek bir şehir değil.Bulabildiğiniz park yerleri de oldukça pahalı.Bir günlük park parası 100 euroya kadar çıkıyor. Sizlere tavsiyem Ajax futbol kulübünün maçlarını oynadığı Ajax Arenaya arabanızı park etmeniz. devlet de şehirdeki araç yoğunluğunu engellemek için stadyumun altını geniş bir otopark yapmış ve hemen içinden de metro hattı geçirmiş.Buraya aracınızı bıraktığınızda günlük 8 euro bedel ödüyorsunuz ve araç başına 5 kişiye kadar şehire gidiş dönüş metro biletinizi de ücretsiz olarak alıyorsunuz.
Otoparktan çıkışta bir de Ajax Arena önünde hatıra fotografı cekilirsiniz :)
Stadın alt dışında elektronik,giyim,spor malzemeleri satan mağazalar da ihtiyacınız olan şeyleri de alabilirsiniz.
Mağazaların yanındaki ek binadan metroya binerek şehir merkezine geçiliyor.Yolculuk 7 dk sürüyor
Metrodan Dam meydanında, ana istasyona ineceksiniz. Burası Amsterdam'ın kalbi konumuna.Haydarpaşa garından çıkınca nasıl ki İstanbul'a gelmiş oluyorsunuz burada da aynı durum söz konusu.Yeneceğim seni Amsterdam diye bağırabilirsiniz.
Ana istasyon çıkışında karşınıza bol bol tramvay hattı, kanallar gelecektir. Buradaki kanallarda , kanal gezisi yapabileceğiniz tekneler müşteri bekler vaziyette bulacaksınız. Araç trafiği şehir içinde yok denecek kadar az ama aşırı miktarda bisiklet var. Yolların kenarında bir de bisiklet yolu var, karşıdan karıya geçerken bisikletleri unutmayın nereden ne zaman çıkacakları belli olmuyor.
Tren istasyonu çıkışında sol tarafınızda ünlü Red Light District sokağını bulacaksınız. Bu sokaklarda bol miktarda coffe shoplar ve pencerenin camında müşterisini bekleyen hayat kadınları var. Zemin kat evlerin camekanında iç çamaşırı ile bekleyip çalışmaktadırlar.Birisini beğenirseniz içeri giriyorsunuz ve perde kapanıyor. Suck and fuck dedikleri olay yaklaşık 15-20 sürüyor ve 50 euro taban fiyat.Fotoğraflarını çekmek kesinlikle yasak.Eğer ki fotoğraf çekerseniz emin olun ki aniden biri gelip makinanızı kanala atacak ve siz de hiçbir hak iddaa edemeyeceksiniz.Red Light Distrct'en bir görüntü.
Amsterdam kanallarla örülü bir şehir.Deniz seviyesinden daha aşağıda bulunduğu için suyu sürekli denize pompalamaları gerekmekte.Evler suyun içerisine inşaa edilmiş durumda.Herkes sular şehiri olarak Venediği bilir ama bence Amsterdam Venediğe her yönüyle bin basar.
Hollanda'da patates yemeği oldukça revaçta.Tren istasyonundan çıkınca karşınıza gelecek sokaklarda bol miktarda kızarmış patates satan büfeler bulacaksınız.Hem çok doyurucu hem de ucuz.Büyük paket kızarmış patates 4.5 euro.
Geziniz sırasında uğramanız gereken yerlerden biri de Vondel Park.Burası geniş bir yürüyüş,dinlenme,mesire alanı.Her yer çok güzel peyzaj edilmiş.Yorgunluk atmak için güzel bir yer.
Amsterdam tam bir kanallar şehiri.Yukarıdan bakıldığı zaman örümcek ağını andırır şekilde kanallarla çevrilmiş.Deniz seviyesinden daha aşağıda olduğu için suyu sürekli olarak devirdayım yaptırarak boşaltıyorlar. Venedikte duyulan kötü, durgun su kokusu burada yok.
Amsterdam gezilecek yerler arasında geçen çiçek pazarına da uğradık.Ama itiraf edeyim anlatıldığı kadar bir şey yok. Gayet sıradan yan yana dizilmiş çiçek dükkanları ve bolca lale ve lale soğnı var.
Amsterdam sokaklarında arabaya değil ama tramvay ve özellikle bisikletlere dikkat edin, nereden ne zaman çıkacakları belli olmuyor.
Tren istasyonundan direkt olarak karşısındaki caddeden aşağı doğru yürüseniz, bu cadde üzerinde bol miktarda tur acentesi bulacaksınızdır.Buradan herhangi bir gösteriye, müzeye kolaylıkla bilet bulabilirsiniz. kanal tur biletleri de burada satılmakta ama biz internetten çok daha ucuza (7 euroya) kanal turu bileti almıştık. Bu cadde sizi Madam Touluse müzesine ve Vondel Parka da götürecektir.
Tren istasyonunun çıkıştan sol tarafa döndüğünüzde Red Light District bölgesiniin girişi
Kanal gezilerini bu motor-boatlarla yapıyorsunuz.Gezi yaklaşık 1 saat sürüyor.Gezi sırasında geçtiğiniz yerler hakkında kulaklıkla bilgi veriliyor, Türkçe yayın yapan boatlarda var.,
Amsterdam kanalları
Red Light District Bölgesinin hemen yanında bir de kilise bulunuyor. Amsterdam eskiden beri denizciler şehiri olduğu için, hoş vakit geçirmek isteyen Danirmakalı,Norveçli denizciler buradaaki ünlü sokağa mutlaka uğrarlarmış.Hristiyanlık yaygınlaşınca papazlar bu işe dur demeye çalışmışlar ve burada bir kilise açmışlar.Ama açılan kilisede bu iş son verememiş.O zaman da papazlar bu işten yararlanmaya başlamışlar ve günah işleyen denizcileri ufak bir ücret karşılığında burada günahlarından arındırmışlar.
Aşağıda görülen kilise ise, eski zamanlarda halkın başka bir toplanma yeri olan bölgede kurulmuş (yine aynı caddenin sonunda). Burada suçluları yargılar, suçlarını itiraf edene kadar da işkence ederler, çeşitli aletlerle kemiklerini kırarlarmış.Suçlu kişi bunca işkenceye rağmen hala masumum derse masum olduklarına inanır ve kırık kemikleriyle evine gönderirlermiş.Suçlu olduğunu kabul ederse de kafası kesilerek idam edilir, kesik başıyla da top oynarlarmış.
Bu kadar bilgiyi nereden aldın derseniz, hergün saat 11 ve 13 de şehri gezmeye gelen turistler buradaki dikili talın önünde toplanıp bir rehber eşliğinde şehirin bilinmedik yerlerini geziyorlar.Gezi sonunda da gönlünüzden ne koparsa bahşiş niyetine veriyorsunuz.Tavsiye ederim siz de katılın bu tura.
Her yerde katlı araba otoparkı olur ama Amsterdam da katlı bisiklet otoparkı vardır.